Bumerang - Yazarkafe

İstanbul II.

İstemsizce bekliyor insan. Hiçbir şey yap(a)madan, elinden bir şey gelmeden… Sadece bekliyor… Bazen ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri dahi olmadan bekliyor. Çünkü çıkmaza giriyor insan, şaşırıyor, afallıyor ve ne yapacağını bilmiyor. Her şey bu kadar basit olsa keşke… Tereyağından kıl çekercesine…  Belki de en çok bu yoruyor yaşananlar bir yana, beklentiler bir yana, yapılamayanlar ve pişmanlıklar… Aslında hepsi çıkmaza itiyor insanı biraz biraz. Bazen düşünmek bile istemiyor insan.  Bazen yoruyor ve yıpratıyor başka da hiçbir şeye yaramıyor.

Batıyor sivri bir şey kalbe doğru. Can yakıyor bu. İçten içe bir sızı hissettiriyor insana. Her şey güzel gidiyor derken nereden gelmişti acaba bu can yakan şey, bilinmez. Belki de senin yokluğundu bu batan şey. Soğuk, iç karartan bir şey. Kalbe batıyor ve soğutuyordu. Sensizliğin vermiş olduğu acıdan başka bir şey değildi bu. Nereye baksam sen… Kül tablasına basılan onlarca içi tütün dolu madde; hep senin adına yakılmıştı bunlar. Ve her seferinde içilen şey o değil, sendin aslında. Her kül tablasına yakınlaştığımda yansıman dururdu orada. Evet, tam da orada seni görüyordum. Yoksa sen yanımda mıydın da oraya görüntün yansıyordu? Çok gerçekçiydin, hayal olduğun fark edilemeyecek kadar. Her şeyinle seni burada hissediyordum, her ne kadar burada olmasan da seni daha önce hiç yanımda görmemiş de olsam, seni yanımda hissediyordum işte. Gözümü her açıp kapattığımda sanki bana bir adım daha yaklaşıyordun. Seni olduğun gibi görebiliyordum karşımda daha önce olmamana karşı. Bu ne demek sen bilir misin?

Şimdilerde durum biraz daha farklı demek isterdim ama değişen hiçbir şey yok, her şey aynı. Çok özlüyorum seni. Her ne kadar yanımdaymışsın gibi hissetsem de seni, olmuyor işte, beceremiyorum bu şekilde yaşamayı. Terk edilmiş bir arsa gibi, bir köşede, sessiz ve sakin…

Aslında tahmin ediyorum şimdilerde eline kalemini almış bir şeyler karalıyorsundur. Belki hayalindeki manzarayı çiziyor, belki bir şiir yazıyorsundur, bilmiyorum. Bildiğim tek şey sanki karşımda dururmuşçasına seni hissedebilmem. Şarkılar söyleyerek adını duvarlara yazmak istiyorum. Bağıra bağıra söylemek istiyorum adını, şu beraber olduğum dört duvarın da bu durumdan haberdar olmasını istiyorum. Fakat nedense bir uğultu, bir ses kesip atıveriyor sesimi, sanki adını söylememi istemezcesine. Duvarlar üstüme yıkılırcasına sallanıyor susturmaya çalışıyorlar beni. Bu uçsuz bucaksız sessizliğin bozulmasını istemiyorlar. Çünkü bunlar benim duvarlarım ve sessizliğe o kadar alışmışlar ki nefesim bile sallamaya yetiyor onları. Öyle halsiz, öyle yorgun, öyle güçsüz… Her yeri is olmuş gri renkli duvarlar; şerefine yaktığım onca tütünün kokusu kalmış üstünde. Dert ortağım olmuş haykırdığım suskunlukları içine çeker olmuş hep. Arada bir çatlaklarına denk geliyorum odamın etrafını saran o güzel duvarımda. Neden çatlamıştı acaba, kim bilir. Eskiden yoktu bu çatlaklar ama şimdi birçok yerde var. Acaba seni anlattığım için mi bu kadar halsiz ve yorgun düştü bu duvarlar? Kaldıramadı mı ki sana olan tutkumu ve sevgimi? Her şeyimi paylaştığım, en yakın dostum olan bu duvar gerçekten seni kaldıramamış mıydı? Buna inanmak istemiyorum işte, hayatımdaki her şeyi sindirmiş içine almış bu duvar? Ama haksızlık bu, neden seni anlamıyor bu duvar, her şeyimi yazdım bunun üzerine, ne resimler çizdim, ne şarkılar yazdım. Ama sen… Adını yazıyorum siliniyor, resmini çiziyorum yok oluyor hayalden öteye gidemez oldun benim için. Adına yazdığım şarkılar, şiirler, hep bunlarla doldurdum duvarımı. Kırmızıya boyadım her yeri sana olan aşkımdan. En çok kırmızı rengi sevdim tutkum oldu, her şeyim oldu bu renk.


Ama nasıl oluyorsa boya tutmuyor duvarımı akıyor, istemiyor seni. Geriye sadece silik yazılar ve kül izleri kalıyor. Yazılar okunmayacak şekilde bozulmuş adını dahi zor seçiyorum silik yazılar arasından. Ne kadar da özenerek yazmıştım o yazıları hep aklımdaydın onları yazarken sana aitti hepsi, senin için yazılmıştı. Ne kadar çok düşlemiştim seni, yanımda olmanı ne kadar da çok istemiştim. Sana ait ne varsa elimde bir kenara topluyordum. Yazılar bile uzaktan senin resminmiş gibi gelirdi bana. Bu dört duvar içinde oda tıklım tıklım yalnızlık doluydu. Oysa sen ne kadar da gerçekçi bir rüyaydın öyle. Şimdiyse odamın hayaletisin dolanıyorsun başımın üstünde.
Rüyadan sonra travma haliydi belki de bu. Seni kendime bu kadar yakın hissettiğimi hatırlamıyorum. Çünkü seni hiç görmedim ben. Uyanır uyanmaz ne kadar da dua etmiştim rüyanın hiç bitmemesi için. Hiç uyanmak istemedim o rüyadan. Radyoda çalan en sevdiğim şarkı gibisin. Fakat sonunda yetişebildim ne yazık ki. Sen benim için hep rüya olarak kaldın, bilinçaltımdan hiç dışarı çıkamadın. Belki bir ömrü değişirdim o rüya için. Kendimi öylesine mutlu, öylesine iyi hissediyordum ki… Karşıma ilk çıktığın zamanı hatırlıyorum. O kadar berrak o kadar canlı ki gerçekten ayırt edilemiyordu bu. En çok da bana diyeceğin şeyleri merak ediyordum. Daha önce hiç görmediğim birisi rüyama girip acaba bana neler diyecekti ki? Aklımda bu soru vardı hep.

Yanan tütünler etrafı kaplamış adını oluşturur gibiydi. Karşı duvarı bile göremiyordum dumandan. Belki de hayaletin benimle oyun oynuyor, bu halimle dalga geçiyordu. Belki de sen gerçekten de yaşıyordun başka bir sokakta, başka bir şehirde. Yaşasan bile tüm bu olanları nereden bileceksin ki zaten? Adına yazılmış onca şiiri onca şarkıyı ve her yeri dolduran seninle ilgili onca düşünceyi? Belki de sen de kendi aşk maceranı yaşıyorsun, aşk sandığın kişilerle birlikte. Sadece anlayamıyordum nasıl ve neden rüyama girdiğini. Ben duvarımla birlikte mutluydum. Şimdiyse o birçok çatlağa sahip ve su kaçırıyor. Tavandan ince bir sızıntı halinde inen su birikintisi. Dışarıda yağmur yağıyor ve pencerenin camı titriyordu. Her esen rüzgâr biraz daha baskı yapıyordu duvarlara. Aslında bu kadar güçsüz ve dayanıksız değildi duvarım. Beni daha önceden hep korumuştu. Şimdiyse su birikintisi ayaklarımı üşütüyordu. Ellerim titriyordu soğuktan. İşte tam da böyle bir zamanda yanımda olmanı ne kadar çok isterdim bilemezsin. Ne kadar da arzuluyorum seni, duvar bana kızarcasına asabi. En kötüsü de senin hiç gelmeyecek olman. Belki de şu an aşağıdaki caddeden geçiyorsun, hiç bilmiyorum neredesin. Bildiğim tek şey bunların hiç birini bilmiyor olman.

Bu hal beni bitiriyordu. Artık tahammül etmek istemeyen bir duvar, yağan yağmur ve hızlıca esen rüzgâr vardı şimdi burada.  Duvar bile konuşmamı istemezken ben kime anlatabilirdim ki seni. Bir tek o vardı o da dinlemek istemiyordu seni anlatmamı. İçimde damla damla birikiyordun her an. Tıpkı odanın içini doldurmaya başlayan su birikintisi gibi. Ve tam da şimdi çok büyük bir kararsızlık saplanmıştı içime. Her zaman dert ortağım olmuş, anlattığım her şeyi dinleyip yanımda olan duvara ihanet edip, adını avazım çıktığı kadar bağırmalı mıydım yoksa seni oracıkta unutup silmeli miydim? Bunu cevaplamak gerçekten de zordu benim için. Ama ne olursa olsun bir karar vermeliydim artık. Beni bu kadar derinden etkileyen bir rüyaya kendimi kaptırmamam gerekir. Ama rüyada sen vardın nasıl unutabilirim ki bu rüyayı? Tamam, artık kararımı vermiştim adını haykıracaktım duvara karşı, ihanet edecektim, ihanetlerin en büyüğünü yapacaktım. O rüyadan sonra sanki sadece senin gerçek, yaşadığım her şeyin de hayal olduğuna inanmaya başladım. Sanki hayat bir kaç saatten ibaret, o da seninle birlikte geçmiş bitmiş gibiydi. Yaşadığım hiçbir an bu kadar güzel olmamıştı. Belki de bunun için rüyaydı, hayat bu kadar güzel olamazdı çünkü. Ayrıca var olduğundan bile hala şüphelerim varken hem de.

Uçları yağmur sularıyla ıslanmış çoraplarımı giydikten sonra ayağa kalktım. Oturmaktan dolayı belim ağrımış, tütünden dolayı kafam dönüyordu. Sarhoş gibiydim. Sol kulağımda bir çınlama vardı rüzgârın uğultusundan kalma. Şimdiyse doğrulmuş o duvara bakıyordum. Tam da karşımdaydı. Gücümün yettiği kadar bağırdım, adını haykırdım, seni seviyorum dedim. Yok, olsan da, var olup yanımda olmasan da sana karşı hissettiğim şeyler bunlardı. Nefesim tükenene kadar bağırıyordum işte. Seninle ilgili her şeyi söylemeye başladım. Bu arada rüzgâr daha şiddetli esmeye, yağmur daha hızlı yağmaya başladı. Bundan dolayı duvarlar da sallanmaya başladı. Sanki bu durumu anlamış ve şikâyetlerini gösterir gibiydiler. Ben bağırmaya devam ettikçe duvarlar arasındaki çatlaklar giderek artmaya ve büyümeye başladı. Giderek ıslanıyordum ve duvarlar da bu durum karşısında şiddetle sallanmaya devam ediyordu. Ama her şeyi göze almıştım zaten. Bunların olacağını bile bile bağırıyordum. Beni hiçbir zaman duymayacak ve bilmeyeceksin sen. Ben bu odanın içinde hayallerimle ve hayaletinle yaşayacağım. Bilme zaten bilsen de anlamazsın. Beni doğduğum günden bu yana tanıyan şu dört duvar bile kaldıramazken bendeki seni, sen hiç yorma kendini. Benden uzakta sahte aşklarla bırakıyorum seni. Ve senin için ihanet ettiğim bu dört duvar artık adını duymaya ve bağırmama katlanamaz bir halde. Bunca şeye daha fazla dayanamayan o duvarlar şimdi üzerime yıkılıyor. Hatırladığım tek şey duvarların altında kaldığım ve elimde biriken kanla karışık yağmur suyuyla adını yere yazmaya çalışıyor olmamdı.

Gözümü açtığımda büyük bir telaş içinde beni sedye üzerinde taşıyan beyaz önlüklü o insanları gördüm. Çok kan kaybettiğimi ve derhal müdahale edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Hatırladıklarımın hepsi bunlardı. Kulağımdaki çınlama devam ediyor ve kendimi çok halsiz hissediyordum. Bana ne olacağını ve ne yapacaklarını düşünmüyordum bile. Çünkü kendimi bir kâbusun ortasında olarak düşünüyordum. Seni rüyamda gördükten sonra tüm bu olanlar gerçekten kâbus olmalıydı. Tam da mutlu oldum derken nedendi tüm bu olanlar. Sedye üzerinde düşündüğüm tek şey acaba rüyanın sonunda bana neler diyecektin. Hala bunu düşünüyorum. Doktorlar beni kurtarmaya çalışırken neden ben bunu umursamıyorum da gözlerim hastanenin içinde seni arıyordu ki? Nasıl girdin rüyama nasıl etkiledin beni bu kadar? Kimsin sen?

Aradan geçen otuz altı saat sonrasında uyandığımı söylüyor hemşire. Ameliyatın başarılı geçtiğini ve riskli bir ameliyat geçirdiğimi söyledi. Tüm bunlara tebessüm ederek karşılık verdim. Yaşıyordum çünkü umut var demektir bu. Odadan çıkan hemşirenin ardından gözlüklü, beyaz saçları olan bir doktor girdi içeri. Ameliyatı yapan doktor buymuş anlattığına göre. Bana olayın nasıl olduğunu sordu cevap veremedim, sustum. Aslında konuşsam o kadar güzel olacaktı ki içimde birikmiş sen vardın. Anlatsam da anlamaz ki zaten. Yıllardır beraber olduğum duvar bile dayanamadı ve üstüme yıkıldı en sonunda. Anlatmak istemediğimi fark eden doktor daha fazla ısrar etmedi, anlayışla karşıladı. Bana olay yerinden getirildiğimde ne durumda olduğumu anlattı. Kendimde değilmişim hastaneye ilk geldiğim anda. Üstümün başımın sırılsıklam olduğunu söyledi. Merak ettim ve sordum üstümde başımda hiç toz veya tuğla parçası olup olmadığını. Doktor “Hayır” diye yanıt verdi. Aslında şaşırmıştım üstüme dört tane duvar düşmesine rağmen nasıl hiçbir izin bulunmadığını. Ben bunu düşünürken doktor açıklamasında beni altta bırakıp ezen şeyin duvarlar olmadığını aslında onun benim kalbim olduğunu söyledi. Seni bu kadar içten sahiplenmemi kaldıramadığı için yıkılmış. Esen rüzgâr, senin uzaktan gelen sesinmiş aslında, duvarı aşındıran şey de buydu zaten yani kalbimi. İçten içe biriken yağmurun suyu da rüyadan geriye kalanlarmış işte. Anlayacağın çok zorladım kendimi ve kalbimi seni hissedebilmek, seninle olabilmek uğruna. Ama maalesef kalbim yetmedi seni kaldırmaya. Ve şimdi bulunduğumu sandığım dört duvarı olan oda aklımın içindeki sana ait olan odadan ibaretmiş. Yağmurlu, karanlık ve soğuk bir odadan ibaretti işte. Üşütüyordu seni düşünmek bile.

Geride ne kaldı diye soracak olursan kırık dökük bir oda, hepsi bu. Denedim olmadı, çok istedim seni. Yazdım, çizdim karaladım sana ulaşma arzusu için ama olmadı. Seni bütün kalbimle seviyorum hala. Ne kadarı sağlam geride ne kaldı bilmiyorum ama olsun seviyorum işte. Bitmeyen bu arzuya burada son vermek mecburiyetindeyim. Bunun için özür dilerim sanırım tek seçeneğim bu. Aslında bunların hiç birinden haberin bile olmadı çünkü sen kendi dünyandasın. Belki umursamazsın bile tüm bu olanları. Çünkü bunların hepsi bendeki sen. Anlatmamı bile istemeyebilirsin belki tüm bunları. Olsun önemi yok, oldu ve bitti zaten hepsi. Muhteşem bir rüya, ardından travma hali sonrasındaysa hayata tutunmak için can çekişmeler. Bana olmasa da bedenime zararlısın. Doktor az önce iğne yaptı uyumam için. Kalktığımda her şeyi unutacak ve uyandığımda da her şeye eskisi gibi devam edeceğimi söyledi. Umarım.

Alparsanlan Budak

Share on Google Plus

About Unknown

    Blogger Comment
    Facebook Comment

0 yorum:

Yorum Gönder